Gabriel García Márquez... Bir ulusun güçlü edebi yönünü omuzlayan ve kitaplarında hayatı dolu dolu sorgulatan Çağdaş Latin edebiyatının önemli temsilcilerinden. Márquez deyince Yüzyıllık Yalnızlık, Albaya Mektup Yok, Kolera Günlerinde Aşk gibi hatırı sayılır eserler gelse de Kırmızı Pazartesi adlı romanı da yadsınamaz bir güzellik barındırıyor.
Kırmızı Pazartesi romanında, bir cinayeti ele almış hem de hiç yabancısı olmadığı doğduğu kasabada yaşanmış bir cinayeti... Cronica de Una Muerte Anunciada orjinal adıyla yazılan bu eser, Türkçe’ye Kırmızı Pazartesi adıyla uyarlanmış. Okunan eserin türü ne olursa olsun iyi bir motivasyon haliyle okunmaya başlanmalıdır. Örneğin Puşkin okuyan biri ne kadar dikkatli ise betimleme kaçırmamak için “Kırmızı Pazartesi” de aynı dikkatli okuyuştan nasibini almalı diye düşünüyorum. Zira olay örgüsünde sosyolojik altyapıdan tutun da karakter analizine kadar güçlü noktalara temas ederken kültürel unsurların varoluş kavgasındaki yerini de en iyi şekilde vermiş. Loş bir ışığınız varsa güzel bir kahve de yaparsanız güzel bir konsantrasyon sağlanır ve okumak için gerekli tüm olay örgüsü ve karakter bağlarını kurmuş olursunuz. Kitap sürükleyici, “Kırmızı Pazartesi” yoğun bir anlatıma sahip. Konu sürekli birilerinin ağzından değişe değişe anlatılıyor.
Roman bir namus cinayeti, bilen ve bilinenin ortada olduğu bir olay örgüsüne sahip. Eserin konusunu bilmek kitabı tanıtmaz çünkü kitabın başında bunlar zaten anlatılıveriyor. Roman bir cinayetin romanı olsa da asıl anlatılmak istenen bu değildir. Anlatılmak istenen bilinmesine rağmen romanda varolan boşvermişlik hissinin sosyokültürel boyutudur. Márquez sanki bir sosyologmuş gibi sosyoekonomik ve sosyokültürel tespitlerde bulunur.
Eserde erkeğe de kadına da toplumun biçtiği, giydirdiği roller vardır. Herkesin cinsiyetine uygun roller, görevler vardır. Erkeğin sosyolojiye katkısı kadının katkısı ile kıyas götürmez işlenmişlikler vardır. Toplumda uğruna cinayet işlenen unsuru adeta Cotes'in annesi anlatıyor... Prudencia Cotes'in annesinin şu sözü bu konudaki hassasiyeti göstermeye yetiyor: "Tahmin edebiliyorum, çocuklar, namus meselesi beklemez." Toplumda erkeğe ve kadına verilen rollerin erkeği de kadını da bağladığını en iyi özetleyen cümlelerden biridir bu aslında.
Koruma içgüdüsüne dair nice cümle okusak da Latin Amerika edebiyatında kasaba ve köy gerçeğini Dünya edebiyatındaki tüm betimlemelerdeki unsurlar kadar görüyor ve bu koruyucusu olunan duygunun tüm dünyada değişmez yegane unsur olarak belirtildiğini okuyoruz. Santiago Nasar romanda birçok karakter olmasına rağmen aradan sıyrılan biridir. 22 yaşındaki Nasar, babası İbrahim'le Kolombiya'ya gelen bir Araptır. Savaş döneminde buralara gelen İbrahim burda bir hayat kurar ve Santiago burada doğar, büyür. Santiago yakışıklı biridir. Ve çapkın biridir. Angela'yı seçmesindeki yanlışlık hayatına mal olsa da romanı paramparça bir hisle bitirir Márquez. Romanın sonunda o kadar karakterin ve başka başka ağızların anlattığı olay ve sondaki cinayet sizde biraz hüzün, biraz yanlışlığa duyulan sitem olarak yer edecektir. Kısa ve etkileyici olan bu eseri okuyun, okutturun. Hazır Márquez'in Yüzyıllık Yalnızlık adlı eseri diziye uyarlanacakken okuyabileceğimiz kadar Márquez okumalıyız diye düşünüyorum....
ÜMRAN İSTEK
Comments