Oscar Wilde'dan çocuk ve yetişkinlerin dünyasına bir "Mutlu Prens"
Yolumuz kitapçıda, sahafta, bir vitrinde muhakkak "Mutlu Prens"e denk gelmiştir. Kapağında alelade harflerle yazarı, yine aynı sadelikte masalın ismi yazar... Abartılı puntolarla yazma gereksinimi duymaz hiçbir yayınevi. Hepsi de bilir asıl mesajın içinde geçen şey olduğunu. Wilde, çocuklar üzerinden büyük dünyasına selam göndermiş, asıl alınası mesajın koca koca kadınlara, koca koca adamlara ait olduğunu satır satır yazmıştır.
Gizlemiştir bu mesajı bir prens ve bir çocuk kitabı sûretinde. Prens, ömrü boyunca üzülmemiş, üzmemiş ve mutluluk dağıtmış... Masal bu ya iyilere pek yer yok ya hani dünyada göçüvermiş bu dünyadan. Sonra dev bir heykel olarak dirilivermiş şehrin üstüne. Dirlik ve düzeni bir heykel gölgesinde aramış halk... Ve bulmuş da. O Prens ki hakkını halkının mutluluğundan yana kullanmış. Yemyeşil doğmuş şehrin sokaklarına ve masmavi olmuş insanların sıcak gülüşünde...
"Bahtiyar Prensin heykeli, şehrin üstünde kocaman bir sütun üzerinde yükseliyordu. Bütün vücudu ince altın yapraklarla örtülü ve gözleri mavi safir taşından idi, kılıcının kınında da bir yakut parlıyordu." Bu satırlar onun ihtişamına atıfta bulunsa da, asıl ihtişam sevgisinde gizlidir. Mutlu bir dünyanın kapısını hiçbir mücevherin açamayacak oluşuna göndermedir bu aslında.
Fedakarlık kavramını iliklerimize kadar hissettiğimiz bu hikayede bir de konuk kırlangıç vardır. Rüzgarla Mısır'a yolunun düşmeyeceğini anlayınca prensin ayaklarına kurar yuvasını. Nedendir sorgularım kendi içimde bu yolculuğu aslında. Mutlu Prens'i, Şeker Portakalı yahut Küçük Prens'ten zayıf kılan ne diye.. Eksiği yok dengi nerede ise. Lakin yine gerisinde kalmıştır bu iki çocuksu öykünün. Ve aslında onlardan güçlü olmasına rağmen. Benim penceremden duyumsanan gücü, Wilde adeta minik yüreklerin kalemine ithaf etmiştir...
Yolu bir gün, Bahtiyar Prens'in masmavi gözlerinin baktığı dar sokaklardan geçen her yüreğin yapması gereken şeyin ne olduğunu şimdi anladık sanırım... Gözlerin kapanıp kalbin üzerine konan avuçta umutlar, aşklar, fedakarlıklar, azimler, başarılar yeşertmek... Yeşeren her azim ve başarıya masmavi bakmak ve bir gölgenin nelere kadir olduğunu bilmenin bilincinde hareket edebilecek kadar güçlü olabilmek...
Altından bir yuvam var diye sevinirken gözyaşlarına denk gelir. Meğer Prens üstten ülkesini görünce içten içe ağlarmış. Serçe sazlığa aşık, aşkına karşılık bulamamış bir yolcu. Ve çok ülkeler gezmiş Aklı Mısır'da ve oradaki arkadaşlarında imiş. Prens bana arkadaş ol derken merhameti baskın gelmiş ve olmuş. Şehirde kibritçi kız, yoksul çoban ve hasta kim varsa Prensin heykeli deki hazineden nasibini alır ve mutlu uyur. Bir sabah havalar iyice soğuyunca Prensi bırakmayacağını anlayan serçe onun bu yoksul haliyle ölür. Ve sabah şehrin başkanı Prensin heykelinin ne heybetli ve çirkin olduğunu düşünüp derhal sökülmesini ister. Ama Prensin ayakları dibinde ölü bir serçe vardır. Yıllarca ülkesinin mutluluğu için uğraşan Prensin heykeli bile ülkesini mutlu etmiştir.
Yolu, kalbi kadar aydınlık olan her yüreğin hayatına dokunan bahtiyar bir elin varlığı dileğiyle...
Ümran İSTEK
コメント